rivayet olunur ki; incecik köyünün ulu dağından eksik olmayan kar, arkasına aldığı rüzgârın nefesiyle, köylü güzel elif'imizin başına incecik incecik yağarmış. "elif elif" diye tozuyan kar yüzünden elif'imiz kaşlarını çatarken, oralarda eğlenen karacaoğlan'ımızın sinesine de "hükmü elinde olan güzelliğin" * gamzesi batarmış. böylece bizim deli gönüllü abdalımızın içinde aşk odu harlanırmış.
aradan zaman geçer, elif ve karacaoğlan bu dünyadan göçer, arkalarından bu türkü yadîgâr kalır. kadife bir ses, revnaklı bir tambur, nazlı bir kemençe dile gelir, bir kutlu halka kurulur. bu halkaya dahil olan mest olur, ihya olur, âbâd olur. hikâyenin hülâsası budur.
"can sana kurban
yâr sana hayran
derdime derman bulamam
aşktan el aman"
diyor türkü. sanki derde derman bulmak istermiş gibi. deli gönül abdal olsun diye değil mi bütün bu hengâme? olsun madem, aşk olsun.
o halde bir elif çekelim hep birlikte. yeniden dönmeye başlasın devran. . .