Kalademi.me ułatwia znalezienie rozwiązań dla wszystkich Twoich pytań dzięki aktywnej społeczności. Deneyimli uzmanların yardımıyla sorularınıza hızlı ve güvenilir cevaplar bulun ve kullanıcı dostu platformumuzda rahatça gezin. Sorularınıza hemen güvenilir yanıtlar bulmak için deneyimli uzman topluluğumuzdan faydalanın.
Sagot :
1453’TEN GÜNÜMÜZE
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
1453 İSTANBUL
1453’te dünya tarihinde yeni bir çağ başlamıştır. Bu tarihi dönemecin mekanı İstanbul’dur. İstanbul, kuzeyden güneye inen deniz yolunun ve doğudan batıya doğru giden karayolunun kesiştiği noktada yer almaktadır. Bu coğrafyaya doğal bir iç liman olan Haliç de eklenince ortaya tarih boyunca önemini kaybetmeyen bir şehir çıkmıştır.
Böylesine önemli bir coğrafyada yer alan İstanbul’u alan Fatih Sultan Mehmed, şehrin gelişmesi için hemen harekete geçer. Molla Gürani ve Molla Hüsrev gibi döneminin önde gelen hocalarından ders alarak kendini yetiştiren Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u yalnız devlet merkezi değil, aynı zamanda bilim ve kültür merkezi de yapmak ister.
Dini bilimlerin yanı sıra fen bilimlerine de önem veren Fatih Sultan Mehmed’in davetiyle, Semerkad’dan Venedik’e, dünyanın farklı yerlerindeki sanat ve bilim adamları İstanbul’a gelmeye başlar. Süheyl Ünver, “Fatih Sultan Mehmed medreselerine müsbet ilimleri sokmakla büyük bir hamlenin başlangıcını yapmıştır” demektedir.
MEDRESE DÖNEMİ
Süheyl Ünver, İstanbul Üniversitesi’nin ilk olarak Zeyrek ve Ayasofya medreselerinde kurulduğunu ve 18 yıl boyunca bu mekanlarda eğitim verdiğini anlatmaktadır.
Prof. Dr. Fehameddin Başar: İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşunu, 1453 yılında İstanbul’u fethine kadar götürmek mümkün. Çünkü Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra bu şehri, bir ilim merkezi, bir kültür merkezi haline dönüştürmeyi de planlamıştı ve Osmanlı şehirlerindeki ilim adamlarını, müderrisleri İstanbul’a davet etmişti ve fetihten sonraki ilk Cuma günü, 1 Haziran 1453’te Ayasofya’da kılınan ilk Cuma namazında hocalarına, hocalara, hocaları saydığı âlimlere, müderrislere derhal eğitimin başlamasını emretmişti ve bunun üzerine fetihten hemen sonraki günlerde Ayasofya camiye dönüştürülünce, Ayasofya’nın kenarındaki keşiş odaları medreseye dönüştürülerek burada eğitim başlamıştı. Dolayısıyla İstanbul’da ilk yüksek öğretim, üniversitemizin de temelini oluşturan eğitim, Ayasofya’da ve hemen onun sonrasında da Zeyrek’te bulunan Pantokrator Kilisesi medreseye dönüştürülerek, bu iki medresede yüksek öğretim başlamıştı. İşte bu iki medrese eğitimi üniversitemizin temelini oluşturan medreselerdir.
Prof. Dr. Mahmut Ak: Ayasofya’da ilk cuma namazının kılınmasıyla itibaren hemen orada bir eğitim odası oluşturularak eğitime başlanmıştır. Zeyrek’teki eğitim kurumları yeni medrese grubunun yapılmasına kadar bu görevi üstlenmiştir. Nitekim Fatih Medreseleri’nin yapılmasıyla birlikte de aslında üniversitemizin temsil ettiği, Cumhuriyetimizin eğitim kurumlarına kadar uzanacak bir serüvende bu şekilde başlamış olmaktadır.
Fatih Sultan Mehmet, fethin hemen ertesinde Zeyrek Mehmet Efendi’yi Pantokrator Manastırı’nda kurulan medreseye müderris tayin eder. Sonraki yıllarda bu medrese Zeyrek Medresesi, medresenin bulunduğu semt de Zeyrek olarak anılmaya başlanır. Fatih, zaman zaman Zeyrek Medresesi’ne giderek bizzat dersleri ve tartışmaları dinler.
Bina, Fatih Külliyesinin yapımına kadar medrese olarak kullanılır. Bina bugün Zeyrek Camii olarak hizmet vermeye devam ediyor.
Fetihin hemen ardından, medrese olarak kullanılan diğer bina mimarlık tarihinin en önemli yapılarından biri kabul edilen Ayasofya olur. Fatih Sultan Mehmet, hocası olan Molla Hüsrev’i de Ayasofya Medresesi’nin müderrisliğine atar. Ayasofya’daki boş odaları medreseye dönüştüren Fatih, asıl medreseyi ise Ayasofya’nın kuzey tarafına inşa ettirir. Bina, Fatih Külliyesi yapılıncaya kadar kullanılır.
Fetih sonrasında İstanbul’a çağrılan bilim adamları, Zeyrek ve Ayasofya medreselerinden birinde görev alır. Bu kişilerin arasında Semerkand Gözlemevi’nin başında olan Ali Kuşçu ve dönemin önemli isimlerinden Ali Tusi de vardır. Ali Kuşçu Ayasofya Medresesi’ne, Ali Tusi de Zeyrek Medresesi’ne atanır.
Gün geçtikçe gelişen İstanbul’a, bir süre sonra eski binalar yetmez olur. Bunun üzerine Fatih, İstanbul’un ihtiyaçlarını karşılayacak bir külliye yapılmasını emreder. 1463’te, İstanbul’un ünlü yedi tepesinden birinde, bugün Fatih Külliyesi olarak bilinen bilim ve eğitim kurumunu yaptırmaya başlar.
Prof. Dr. Mahmut Ak: Fatih deyince hemen akla hiç şüphesiz İstanbul’un da panoramik unsuru olan Fatih Medreseleri (gelir.) Bu medreseler Fatih yaptırdığı için Fatih Medreseleri, özel bir alanda olduğu için Sahn adıyla anılıyor, Sahn Medreseleri, 8 tane olduğu için Sahn-ı Seman Medreseleri veya Medarisi Semaniye adıyla da anılıyor.
1470 yılında, Zeyrek ve Ayasofya medreseleri hocalarıyla birlikte Fatih Külliyesi’ne nakledilir. Külliyede; cami, sekiz medrese, Tetimme olarak adlandırılan hazırlık medreseleri, kütüphane, saat ayarlamasının yapıldığı muvakkithane, İstanbul’daki Türk dönemine ait ilk hastane olan darüşşifa, dönemin misafirhanesi olan tabhane, hamam, külliyenin görevlilerine-misafirlere ve öğrencilere yemek çıkaran aşhane ile dükkanlar bulunmaktadır. Binanın altında ayrıca bir de kervansaray vardır.
Prof. Dr. Feza Günergun: Bu 8 medresenin etrafında kütüphane var, şifahane var yani bir hastane,(tıp fakültesi gibi bile düşünülebiliyor) hamamı var, aşhanesi var ve diğer yapıları var. Bütün bu yapılarıyla birlikte bir üniversite kampusu, bir üniversite kompleksi şeklinde gelişmiş Fatih Medreseleri. Yani 15. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun veya Osmanlı İstanbulunun üniversite kampusu olarak düşünebiliriz.
Dr. Ekrem Hakkı Ayverdi, medreselerde bin öğrencinin okuduğunu, yemek yediğini ve ikamet ettiğini, ihtiyaçları için de bir yevmiye aldığını belirtmektedir.
Prof. Dr. Semavi Eyice: Fatih kendi camiini yaptırdığında, bunun iki tarafına medreseler yaptırmaktan başka, (Karadeniz ve Akdeniz derler onlara, Marmara’ya bakan tarafta da var, Haliç tarafına bakan tarafta da var. Birine Karadeniz Medreseleri birine Akdeniz Medreseleri denir) daha aşağı seviyede, ince bir şerit halinde daha ufak medreseler de yapılmıştır.
Sahn-ı Seman medreselerinde İlahiyat, Hukuk, Edebiyat, Matematik ve Astronomi derslerinin okutulduğu belirtilmektedir. Medrese çevresinde kurulan 70 koğuşuyla devrinin en büyük hastanesi olan Darüşşifada ise tıp eğitimi verilir.
Fatih Darüşşifası’nda 19. yy.’a kadar yaklaşık 350 yıl boyunca hasta bakımı ve tıp eğitimi yapılır. Burada yapılan tıp eğitimi, İstanbul Üniversitesi’nin Çapa yerleşkesinde hizmet vermekte olan İstanbul Tıp Fakültesi’nin ilk çekirdeği olarak kabul edilir.
Prof. Dr. Nuran Yıldırım: Fatih Külliyesi’nin içinde bulunan Darüşşifa hem bir hastane hem de burada usta çırak yöntemiyle hekim yetişiyor, yani doktor yetişiyor. Tabii bu da bize şöyle bir bütünlük getiriyor İstanbul Üniversitesi tarihi açısından baktığımız zaman konuya; Sahn-ı Seman’da diğer alanlarda yapılan yüksek eğitim, Darüşşifa’da yapılan tıp eğitimiyle bütünlenmiş oluyor yani bugünkü üniversite mahiyetinde tıp fakültemizi biz Fatih Darüşşifası’na kadar dayandırıyoruz bu nedenle. İstanbul’da tıp eğitiminin ilk defa orada başladığını kabul ediyoruz. Darüşşifalarda eğitim yapıldığını biliyoruz çünkü burada okutulan kitapları biliyoruz. O dönemin Gali’nin kitapları, Hipokrat’ın klasikleşmiş bütün Avrupa üniversitelerinde tıp okullarında okutulan kitapları, ünlü İslam hekimleri İbn-i Sina gibi, Razi gibi, İbn-i Hübel gibi ünlü İslam hekimlerinin kitapları okutuluyor burada teorik olarak.
Fatih Külliyesi’nde bir de imaret var. Bu imarette yemek yiyenlerin listesine sahibiz. Bu bir belge olarak önümüzde duruyor. Bu imarette yemek yiyenler listesinde iki tıp şakirdi var yani iki tıp öğrencisi var. Oradan yemek yiyorlar. Bu iki tıp öğrencisi aynı zamanda Darüşşifa’da da yatılı olarak kalıyor.
İlk kez Fatih Darüşşifası’da, çalışanların ahlaki niteliklerinin ne olması gerektiği de vakıfnamelere bir şart olarak eklenir.
Fatih Medreseleri’nin baş müderrisi Molla Hüsrev’dir. Kurulan medreselerin tüzüğü ve ders dağılımının Ali Kuşcu, Molla Hüsrev ve Mahmut Paşa tarafından hazırlandığı, Fâtih Sultan Mehmed’in de bunu kanunlaştırdığı ifade edilmektedir.
Fâtih devrinin matematik bilimlerdeki en önemli kişisi, medreselerde matematik öğretiminin kurucusu olan Ali Kuşçu’dur. Ali Kuşçu’nun önemli eserleri arsında astronomi ve matematik alanında yazmış olduğu iki eser de vardır. Bunlardan birisi, Otlukbeli Savaşı sırasında bitirilip zaferden sonra Fatih’e sunulduğu için Fethiye adı verilen astronomi kitabıdır. Ali Kuşçu’nun önemli eserlerinden bir diğeri Muhammediye adlı hesap kitabıdır. 17. yüzyıla kadar Osmanlı medreselerinde en çok okutulan hesap kitabı olan bu eser, aritmetik ve arazi ölçümü olmak üzere başlıca iki bölümden oluşur.
Fatih Medreselerinin kuruluşundan yaklaşık bir asır sonra, Kanuni Sultan Süleyman, Süleymaniye Külliyesi’ni kurar. Külliye, Osmanlı mimarisinin zirvesi olarak kabul edilen Mimar Sinan tarafından inşa edilir. Süleymaniye Külliyesi’nde yer alan medreselerle Osmanlılarda öğretim en yüksek düzeyine ulaşır.
Verilen derslerin konuları, öğretim üyelerinin durumları, öğrencilere tanınan haklar ve yetişme tarzlarına bakıldığında Fatih Sultan Mehmed’in kurduğu medrese sisteminin Kanuni Sultan Süleyman devri ve sonrasında devam ettiği görülmektedir. Bu sistemin devamlılığı, Osmanlı döneminde yüksek öğretimin bazı devirlerde aksamasına rağmen, bir bütünlük ve devamlılık içinde olduğunu göstermektedir.
Medrese döneminde tıp ve fen bilimleri alanında eğitim alanlar, başta ordu olmak üzere çeşitli kurumlarda veya medresede çalışabilmekteydi. Medresede eğitimini tamamlayanlar, staj ve nöbet dönemini geçirmek için Kazasker Defterine kayıt edilirdi. Stajını yaptıktan sonra sırası geldiğinde en alt derecedeki medreselerden birine tayin edilirdi. Eğer medresede boş olan yere birden fazla müracaat varsa sınav yapılır ve sınavı kazanan kişi müderris olurdu. Yüksek eğitimini bitirenlere icazetname verilirdi. İcazetnamelerde eğitimini tamamlayan kişinin hal tercümeleri, hocaların adları, okudukları dersler, bibliyografya ve öğrenim yöntemleri ile ilgili bilgiler veriliyordu.
Medreseler 18.y.y.’a kadar Osmanlı’nın başlıca yükseköğretim kurumları olarak faaliyet gösterir. Ancak Süleymaniye medreselerinin kuruluşundan II. Meşrutiyete kadar geçen zaman diliminde yani, l557’den 1908’e kadar geçen yaklaşık üçyüz elli yıl boyunca medreseler duraklama, gerileme ve çökme dönemlerini geçirir. Medreseler sayısal olarak artsa da, nitelik olarak bir düşüş yaşanır.
18. y.y. sonlarına gelindiğinde devletin hala yüksek öğrenimdeki kötü gidişi durdurmak için tedbir almaya çalıştığı görülür. Ferman ve Hatt-ı Hümayun yayımlayarak yeni tedbirlerin uygulanmasını isteyen padişahların gayretlerine rağmen istenen sonuçlar bir türlü alınamaz. Bu nedenle ihtiyaç duyulan elemanların yetişmesi için artık medreseleri düzeltmek yerine yeni okulların açılması yolu tercih edilir. Savaşlarda alınan yenilgilerin etkisiyle bu okullar, ordunun ihtiyacını karşılamak üzere açılır.
Prof. Dr. Nuran Yıldırım: 14 Mart 1827 günü eğitime başlayan Tıphane-i Amire… Burası da tabi 2. Mahmut’un ordu reformuyla biraz bağlantılı. Biliyorsunuz yeniçeriliği lağvediyor ve onun yerine yeni bir ordu kuruyor; Asakir-i Mansure-i Muhammediye… Bu ordunun da hekim ihtiyacını karşılamak üzere bir tıp okulu açılmasını emrediyor. O doğrultuda Mustafa Behçet Efendinin de hekimbaşılığı zamanında, onun da girişimiyle bu okul açılıyor. Ayrıca tabii o dönem ordularda cerraha da çok büyük ihtiyaç var. Cerrahlar daha kısa bir eğitimle daha çabuk yetişebiliyorlar.
1933 ÜNİVERSİTE REFORMU
Atatürk’ün önderliğinde Cumhuriyet’in 10. yılında üniversite reformu yapılır. Değişiklikler, hükümet tarafından Türkiye’ye davet edilen Cenevre Üniversitesi öğretim üyesi Albert Malche’ın hazırladığı rapor göz önünde tutularak gerçekleştirilir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından alınan kararla, 31 Temmuz 1933’te kapatılan Darülfünun’un yerine 1 Ağustos 1933’te İstanbul Üniversitesi kurulur. İstanbul Üniversitesi, Kasım ayında Türkiye’nin “ilk ve tek üniversitesi” olarak eğitim vermeye başlar.
Üniversite reformunun ardından Darülfünun’un öğretim üyelerinden bazılarının görevine son verilirken bazıları da İstanbul Üniversitesi’nin eğitim kadrosunda yer almaya devam eder.
İstanbul Üniversitesi’nin ilk rektörü Ord. Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp olur. İlk Tıp Fakültesi Dekanı Ord. Prof. Dr. Tevfik Sağlam, ilk Fen Fakültesi Dekanı Ord. Prof. Dr. Kerim Erim, ilk Hukuk Fakültesi Dekanı Ord. Prof. Dr. Tahir Taner, İlk Edebiyat Fakültesi Dekanı Ord. Prof. Dr. Fuat Köprülü olur.
Prof. Dr. Feza Günergun: 1933 yılına gelindiğinde İstanbul Üniversitesi’ni istenilen düzeye çıkarmak için taze bir kana ihtiyaç vardı. Bu 2 yoldan sağlandı. Birincisi dönemin şartları müsaitti; Almanya’yı terk etmek zorunda kalan bilim adamları Türkiye’ye davet edildi. Ama bundan önce 1929’lardan itibaren Cumhuriyet Hükümeti, açacağı üniversiteye eleman yetiştirmek için Avrupa’ya çok sayıda Türk gencini gönderdi. Yurtdışında, Almanya’da ve genellikle Fransa’da eğitim gören bu Türk gençleri, 1933’te reform yapıldığında geri çağrıldılar. Yabancı hocalarla birlikte modern eğitimi başlattılar.
Cumhuriyet Döneminde Avrupa’ya eğitim amacıyla gönderilen ilk grup, 1925 yılında yola çıkmıştı. Gerçekleştirilen Maarif Vekâleti Avrupa Sınavı’nda başarı gösteren 22 genç Almanya, Fransa ve Belçika’da eğitime gönderilir. 1928’de Avrupa’ya eğitim amacıyla ikinci bir grup daha gönderilmişti.
Prof. Dr. Nuran Yıldırım: (Almanya’yı ter eden bilim adamları)Erich Frank gibi, Hugo Braun gibi Mikrobiyoloji’de, Friedrich Dessauer gibi Radyoloji’de, dünya çapında buluşları olan insanlardı. Tabii onlar için üniversitede yeni bir yapılanmaya gidildi. Araç-gereç, donanımlar… İstanbul Tıp Fakültesi üçüncü bir yükseliş dönemine başladı.
Prof. Dr. Semavi Eyice: Almanya’dan dehşetli bir profesör göçü oldu ve biz onların hepsini kabul ettik. Bunların içinde en üst seviyeden bazı dallarda profesörler vardı.
Türkiye’nin o yıllarda vatanlarını terk etmek zorunda kalan bilim insanlarını aileleriyle birlikte kabul etmesi, üstelik kendi mesleklerini de yapabilecek şekilde bir çalışma ortamı sağlaması, gelen öğretim üyeleri üzerinde derin bir şükran duygusu yaratır.
Üniversite Reformu ile birlikte Almanya’dan gelen bilim adamları ile birlikte Hulusi Behçet, Akil Muhtar Özden, Mazhar Osman gibi Türk tıbbının ünlü hocaları da, İstanbul Tıp Fakültesi’nin ulusal ve uluslar arası alanda parlak bir kurum haline gelmesini sağlar.
Üniversite Reformu ile Haydarpaşa’daki Tıp Fakültesi de Avrupa yakasına taşınır. Bugün İstanbul Üniversitesi, Türkiye’nin iki Tıp Fakültesi’ne sahip tek üniversitesi. Günümüzde Çapa ve Cerrahpaşa’da verilen tıp hizmetleri daha önce birkaç farklı mekanda gerçekleştirilmişti.
Prof. Dr. Nuran Yıldırım: 1933’teki en önemli değişiklerden biri de fakültenin Haydarpaşa’dan taşınması oldu. Cerrahpaşa o zaman bir belediye hastanesiydi. Ama Cerrahpaşa’ya yerleşmesi, bazı kliniklerin, orada ikinci bir fakültenin de doğmasına yardımcı olmuş oldu. Bugün artık gerek İstanbul Tıp Fakültesi gerek Cerrahpaşa Tıp Fakültesi hem eğitim hem uygulama hem yapılan güç ameliyatlar bakımından önde gelen tıp fakültelerimiz arasında ülkemizde. İstanbul Üniversitesi başka tıp fakültelerinin kurulmasına da katkıda bulunmuştur. Bunlardan birisi Edirne Trakya Üniversitesi’nin Tıp Fakültesidir. Bir diğeri Bursa Uludağ Üniversitesi’nin Tıp Fakültesidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında, İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri sadece İstanbul’da değil yurdun dört bir yanında hizmet verir. Arkeoloji alanında yapılan çalışmalar, bunun en önemli parçalarından birini oluşturur.
https://www.istanbul.edu.tr/tr/content/universitemiz/tarihce
bu adreste detaylı bir şekilde aciklamis bakabilirsiniz
Hizmetimizi kullandığınız için teşekkür ederiz. Tüm sorularınıza doğru ve güncel yanıtlar vermek için her zaman buradayız. Ziyaretiniz bizim için çok önemli. Herhangi bir sorunuz olduğunda güvenilir yanıtlar almak için geri dönmekten çekinmeyin. Kalademi.me'ye ziyaretiniz için teşekkür ederiz. En güncel yanıtlar ve bilgiler için geri dönün.