Kalademi.me'da sorularınıza cevaplar bulun, tüm ihtiyaçlarınız için en güvenilir ve etkili Q&A platformu. Farklı alanlardaki uzmanlardan kesin yanıtlar almak için kullanıcı dostu platformumuzu keşfedin. Farklı alanlardaki profesyonellerden kapsamlı çözümler bulmak için platformumuzu kullanın.

kamelyali kadin romani anlaticinin bakis açisi​

Sagot :

Açıklama:

Osmanlı’nın son dönemlerinde yoğunlaşan Batılılaşma yönelimleri ile birlikte çeşitli reform ve yenilikler yapılmıştır. Genel itibariyle askeri, ekonomik ve toplumsal değişimler yaşandığı gibi edebiyat ve kültür alanında da birtakım gelişmeler meydana gelmiştir. 19. yüzyıla kadar uzanan roman serüvenimiz de bu süreçte başlamış, günümüze kadar gelişerek devam etmiştir. “Karşılaştırmalı edebiyat ve roman tarihi uzmanı olan Moretti, Türk edebiyatı gibi, roman biçimiyle geç tanışan edebiyatlar için yol açıcı etkiye sahip bir makale yazmıştır. ‘Dünya Edebiyatı Üzerine Düşünceler’ başlığını taşıyan bu makalede Moretti, dünya edebiyatını, tıpkı küresel dünya ekonomi sistemi gibi ‘tek ama eşit olmayan’ bir sistem olarak değerlendirir. Bu sistemde yer alan çevre kültürler merkez kültürlerden borç alırlar. Roman bunun en yeni ve gösterişli örneğidir. Romanın merkezi 17. yüzyıl sonu İngiltere ve Fransa’dır. Geri kalan tüm kültürler romanı bu iki dilden alırlar.”[1]

Tanzimat döneminde ilk örneklerini gördüğümüz romanlar geleneksel anlatı türlerinden farklı bir biçimde ortaya çıkmış, Batı’dan alınan yeni türlerle birlikte edebiyatımıza girmiştir. Bu romanlar teknik anlamda çeşitli noksanlıklara sahip olsa da edebiyatımızda ilkleri oluşturmaları ve gelenekselden moderne geçiş ürünleri olmaları bakımından son derece önem arz etmektedir. İçerik ve konu olarak gelenekselin kaynak alınmasının yanı sıra Batı’da ortaya çıkmış romanların etkisinde kalma durumu da söz konusudur. Ancak bu etki, toplumun sosyokültürel dinamikleri ve yazarların dünya görüşleri hesaba katılarak eserlerde kendisini göstermiştir.

            Bu noktada Nükhet Esen şunları belirtmektedir: “19. Yüzyılın sonralarına doğru ortaya çıkan yeni Osmanlı romanı, geleneksel Osmanlı tahkiyeciliğinin bazı yönlerinden yararlanıyor olmakla birlikte, temelde Batı romanını taklit etmeye çalışmaktaydı. Dönemin romancıları, romanlar yazarak ilkel bir edebiyatı, memleketteki Batılılaşma projesi doğrultusunda geliştirdiklerine, daha çağdaş hale getirdiklerine inanıyorlardı. Halbuki yazmakta oldukları romanlar, Jale Parla’nın Babalar ve Oğullar başlıklı kitabında söylediği gibi, bireyselliğin bir “mutlak hakikat”in altında ezildiği, a priori ve idealist İslam epistemolojisinden çıkamamaktaydı. Bu ilk romanlar, yazarların halkı eski Osmanlı geleneklerine uygun bir biçimde eğitmeye çalıştıkları didaktik hikayelerdi. Biçim yeniydi, ama bu yeni biçim içinde yansıtılan, geleneksel bir dünya görüşüydü. Yazarlar roman türünün dış kabuğunu alıyor ve içini eski söylemlerle dolduruyorlardı.”[2]

            Tanzimatla birlikte Batı’da ortaya çıkan kavramların Osmanlı aydınlarınca romanlarında işlenmesi, halka ulaştırılması ve toplumun bunları benimsemesinin sağlanması artık konjonktürel olarak kaçınılmaz bir durum haline gelmişti. Bunu fark eden aydın yazarlar örnek aldıkları Batı romanlarını Osmanlı toplumuna ulaştırırken bir değişime ve dönüşüme tabi tutmak zorunda kalmışlardır, çünkü dinen ve toplumun geleneklerine bağlı olarak uygun düşmeyen noktaların yazarların süzgecinden geçmeleri gerekmektedir. Bu doğrultuda yapılan müdahaleler eserlerde de kendisini çok hissettirir. Eserlerde anlatıcının tutumu doğrudan bir tarafgirliği gösterdiği gibi karakter üretimi de aynı anlayışı yansıtmaktadır. Nüket Esen bahsettiği bu durumu Tanzimat romancılarının genelinde görmek mümkündür. Özellikle Ahmet Mithat Efendi, Namık Kemal gibi dönemin önde gelen yazarları yazma eyleminde bu anlamda pragmatist amaçlar güderek eserlerini oluşturmuşlardır.