Odkryj odpowiedzi na swoje pytania łatwo na Kalademi.me, zaufanej platformie Q&A. Farklı alanlardaki profesyonellerden ayrıntılı yanıtlar almak için kapsamlı soru-cevap platformumuzu kullanın. Farklı alanlardaki profesyonellerden kapsamlı çözümler bulmak için platformumuzu kullanın.

evliya çelebi mısır çöllerinde uzun özet

Sagot :

Mısır'ın Osmanlılar tarafından fethi, yerel halk için travmatik bir olay olmuştur.
Bir zamanlar İslâm dünyasının merkezi olan ülke, fetih ile birlite İstanbul’dan
yönetilen bir eyalete dönüşmüştür. Mısır üstyöneticilerinin İstanbul’dan atanma¬
sı bu durumun en açık göstergesidir. 16. Yüzyılda kimi çevrelerde Osmanlı ege¬
menliğine karşı gizli muhalefetin tarih ve iktidarın bunlara karşı önlemi kronik¬
lerde olduğu kadar toplumsal ve kültürel hayatta da karşılığını bulmuştur. Bu ça¬
lışmada Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nin Mısır anlatısında satır aralarında kalmış
iktidar ve muhalefetkonu edilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Mısır, Osmanlı, Memlûk, Evliyâ Çelebi, Seyahatnâme

ABSTRACT

The Otoman conquest of Egypt was a traumatic case for the native population.
The country, which was once center of the Islamic world, then turned to be a
province administered from İstanbul. Appointment of governors of Egypt from
İstanbul is a clear indicator of this status. Secret opposition to the Otoman rule in
somegroups in the 16th century, and thpe Otoman measures against them found
their reflection both in historical sources of the time and social and cultural life
of the country. This essay deals with the power and opposition discourses in
Egyptin terms of neglected sentences of the travelbook of Evliya Çelebi.

Keywords:Egypt, Ottomans, Mameluks, Travelbook of Evliya Çelebi

" Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, Bornova - İZMİR.
tarihsinas@gmail .com.

Evliyâ Çelebi’nin İstanbul ve Mısır anlatıları arasındaki büyük benzerlikler vardır. İmpara¬
torluğun iki büyük anakenti arasında yıllarca süren seyahatin başlangıç noktasını İstanbul,
bitiş noktasını ise Mısır oluşturur. Her iki cilt de Seyahatnâme’nin şehir düzeyinde en ayrın¬
tılı ve hacimli kısımlarıdır. İki anlatı arasındaki benzerlikleri görmek için Seyahatnâme’nin
yalnızca birinci ve onuncu ciltlerinin içeriklerini karşılaştırmak bile araştırmacılara bir fikir
verebilir. Nitekim Robert Dankoff, Seyyah-ı Âlem Evliya Çelebi’nin Dünyaya Bakışı adlı
eserinde bu iki cilt arasındaki benzerlikleri listelemektedir.1 Ancak Seyahatnâme’nin onuncu
cildinde satır aralarında verilen bazı bilgileri, farklı bir çerçevede de değerlendirmek gere¬
kir. İstanbul ve Mısır gibi iki şehrin sembolik değeriyle Evliyâ’nın tasvirleri göz önünde
bulundurulduğunda, onları meşruiyet kaygısı ışığında okumak mümkündür. İmparatorluğun
dayandığı iki meşruiyet kaynağı vardır ve bunlar İstanbul ile Mısır’da sembolleşmiştir. İs¬
tanbul’un fethi ile birlikte Osmanlılar, kendilerini İslâm dünyasında gazâ'nın önderi olarak
görmeye başlamışlardır. İslâm’ın yayılması önünde güçlü bir direniş sembolü olarak görülen,
sahih ve mevzu pek çok hadise konu olan İstanbul, Müslümanlar tarafından çeşitli defalar
kuşatılmış ise de alınamamıştır. II. Mehmed ile birlikte Osmanlılar, İstanbul’u alarak Roma-
Bizans medeniyetinin vârisi oldukları gibi İslâm dünyasında da güçlü bir konum elde etmiş¬
lerdir. Mısır’ın fethi ile de Osmanlılar, İslâm’ın kutsal beldelerinin koruyucusu olmuş ve
böylece eski dünya medeniyetini temsil edecek güce ulaşmıştır. Bununla birlikte iki şehir
arasındaki benzerliğin yalnızca meşruiyet kaygısından kaynaklanmadığı, Mısır’da fetihten
itibaren Osmanlı idaresine karşı oluşan gizli muhalefetin de Seyahatnâme’ye yansıdığı gö¬
rülmektedir.

Mısır, gâzilerin dinî açıdan kutsal saydıkları sembolleri bünyesinde barındırmaktadır.
Osmanlıların Mısır’ı fethi, antik dünya ve İslâm mirasını bir çatı altında toplamalarını sağ¬
lamıştır. Ancak Mısır’ın eski saygın konumunu, İslâm dünyasının merkezi olma vasfını yi¬
tirmesi, yerli halkta yaralı bilinç adı verilen bir sürecin yaşanmasına neden olmuştur. Kahi-
re’nin Osmanlılar tarafından fethi, şehrin yerli sakinleri için travmatik bir olaydır. İslâm
dünyasını tehdit etmiş Haçlı Seferlerine başarıyla karşı koyan, Anadolu’yu kasıp kavurmuş
Moğollara karşı Baybars idaresinde Ayn Calut’ta büyük bir zafer kazanan (1260), Moğolların
kıyımından kaçmış Abbasî hanedanı üyelerine kapılarını açan, İslâm’ın kutsal beldelerini
elinde bulunduran Memlûk İmparatorluğu, bir anda tarih sahnesinden silinmiştir. Ümmü’l-
dünya olan Mısır artık merkez olma özelliğini yitirmiş; Osmanlı Devleti’nin çevresinde fakat
güçlü bir şehir olarak varlığını sürdürmeye başlamıştır.2 Bu nedenle Mısırlı yerel seçkinler
ve halk, Osmanlı egemenliğine sıcak bakmamıştır. İstanbul’dan atanan idareciler, gezginler,
tarihçiler, sıradan Anadolu insanı muhtemelen Mısır’ı gezerken sokaklarda yankılanan “Yal-
mütecelli, ıhlik al-osmanli” (ey varlığı aşikâr olan Rabbim, Osmanlı'yı helak et) nakaratlı
popüler şarkıyı duymuşlardır.3

Bu çalışma, Mısır’daki Osmanlı egemenliğini, Mısırlılar ile Osmanlılar arasındaki örtü¬
lü çatışmayı konu edinmektedir. Bu amaçla öncelikle tarihin politik ve ideolojik amaçlarla
nasıl kullanıldığını, sembollerin ve simgelerin meşruiyet kaygısıyla nasıl birer mücadele
aracına dönüştüğü gösterilmeye çalışılmıştır. Konunun anlaşılması bakımından Mısır’ın Os¬
manlılar tarafından fethine şahit olan Arap tarihçi İbn İyas’ın Bedâi’ü’z-Zuhur fi Vekaii’d-
Dııhur adlı kitabı, Kânûnî’nin meşhur veziri Pargalı İbrahim Paşa tarafından yayınlanan
Kânûnnâme-i Mısır adlı siyasal ve toplumsal düzenlemeler, Gelibolulu Mustafa Âli’nin
Hâlâtü’l-Kahiremine’l-âdâti’z-zâhire adlı eseri incelenmiştir. Ancak bu makalenin asıl ama¬
cı, özelde Seyahatnâme’nin Mısır bahsinin, genelde ise bir bütün olarak Seyahatname’nin
nasıl okunması gerektiğine ilişkin örnek bir teorik zemin oluşturmaktır. Bu nedenle Seya-
hatnâme’nin onuncu cildinin satır aralarında kalan anlatılar tarihî bir zeminde tartışılmıştır.

Bahis konusu döneme kadar Mısır’da Osmanlı egemenliğini dört başlık altında topla¬
mak mümkündür. Kânûnnâme-i Mısıiın yayınlanması ile başlayan ve kabaca 1525-1609
yıllarını kapsayan Paşalar Çağı, 1609’da ciddî bir askerî ayaklanmanın bastırılması ile son
bulmuştur. Ancak 1580’lerde dönemin kaynaklarının “tegayyür ve fesad” dedikleri gelişme,
İmparatorluğun diğer bütün bölgeleri gibi Mısır’ı da etkilemiş; bilhassa ordu, yaşanan eko¬
nomik zorluklardan ötürü başa çıkılamaz bir unsura dönüşmüştür. Bu dönemden itibaren
Mısır’a merkezden atanan valiler, görevlerini yerine getirmekte zorlanmışlardır. Ardından
yeni politik aktörler ortaya çıkmış ve paşalar yalnızca sultanın resmî temsilcisi olarak rol
oynamaya başlamışlardır. 17. Yüzyılda Mısır’da iktidarın valilerden ve paşalardan güçlü ye¬
rel beylere, emirlere kaydığını ileri sürmek mümkündür. Nihayet 17. yüzyılın sonlarında ve
18. yüzyılın başlarında Mısır’da iktidarı belirleyenler öncülüğünü Yeniçerilerin yaptığı yedi
ocak adı verilen asker güçler olmuştur.4

Osmanlılar veya en azından Osmanlı ulemâsı, tarihinin ilk dönemlerinden itibaren
Arap diline ve Mısır tarihine aşinadır. 15. Yüzyılda bazı Osmanlı âlimlerinin Mısır ve Suri¬
ye’de eğitim gördükleri Şakâik-i Numâniyy¿ den anlaşılmaktadır. Mısırlılar ise Osmanlılar
ve Osmanlı ülkesi hakkında çok daha az şey bilmektedir. Osmanlı tarihçileri Mısır tarihle¬
rinden pek çok tercüme yapmalarına karşılık Mısırlı tarihçiler, Osmanlı tarihine daha az ilgi
duymuş; genellikle Osmanlı sultanlarına ilişkin nekroloji düzeyinde kısa bilgiler vermişler¬
dir. Mısırlıların Osmanlı egemenliğinden önce bu imparatorluğun kurumları, yöneticileri,
hayat tarzı, adâlet anlayışı ve düşünce yapısı ile ilgili yeterli bilgileri olmadığını ileri sürmek
mümkündür.5 Bu nedenle Mısır’da Osmanlı egemenliğini anlatmaya ve tanımlamaya çalışa¬
cak tarihçiler, söz konusu döneme ait temel kaynakların yetersiz olduğunu görünce sükût-ı
hayâle uğrayacaklardır. Gerçekten de Memlûkler dönemi Mısır’ını anlatan tarihler, biyogra¬
fik sözlükler, risâleler gibi sayısız kaynak olmasına karşılık Osmanlı egemenliğindeki Mısır
ile ilgili kaynaklar çok azdır. Fetihten sonraki ilk on yılı anlatan iki temel kaynak vardır. İbn
İyas’ın Bedâyiü'z-zuhûrfî Vekâyii'd-duhûr,adlı eseri, fethin ve sonraki beş yılın en ayrıntılı
sunumunu verir.6Eserin beşinci bölümü, Memlûk rejimine özlemli bir ışık sunarken Osman¬
lıları ateşli bir biçimde eleştirir. Fethe ilişkin diğer kaynak Selim’in maiyetinde Mısır seferi¬
ne iştirak eden Abdurrahman Ali b. Dâvud Diyârbekrî adlı bir Osmanlı kadısının, Hasan b.
Tulun’dan çevirdiği en-Nüzhetü's-Senîye fî Zikril-Hulefâ ve Mülûki'l-Mısrîye adlı esere
yaptığı eklemelerdir.7 İyas’ın eserinin Osmanlı uyarlaması olan bu eser de, 1525 Tem-
muz’undaki olaylarla son bulmaktadır. Salih bin Celâl’in 16. yüzyılın ikinci çeyreğinde yaz¬
dığı Tarih-i Mısırı bize bu konuda çok az şey söylemektedir. Eser ülkenin en eski tarihinden
başlayan genel bir Mısır tarihidir. Bu konuda yazılmış Arapça kitaplardan derlenmiştir. Ya¬
zarın amacı Türkçe konuşanların da Mısır tarihlerinden yararlanması ve ülkedeki acâib-i
ahbâıdan haberdar olmasıdır.8 Ancak bu eserden sonra ilginç biçimde Mısır’a ilişkin bir “ta¬
rih orucu” başlamaktadır. Mısır’da yazılan tarih eserleri artık nadirattandır ve genellikle
Mısır’a atanan valileri ve bürokratları konu edinir. Tarihî eserlerin azlığı kuşkusuz Mısır’ın
artık bir imparatorluk merkezi olmaktan çıkıp Osmanlı’nın çevre vilâyetlerinden biri hâline
gelmesi ile yakından ilişkilidir. Artık merkez olma özelliğini yitirmiş Mısır, İstanbul’dan
atanan paşalar, valiler ve diğer yetkililer tarafından idare edilmekte; sosyal ve siyasal hayat
üzerinde belirleyici İstanbul’daki politikalar olmaktadır. Kanuni döneminden sonra her iki
cephede de Mısır ile ilgili tarihî kaynakların azaldığı ve bunların yerini genelde arşiv belge¬
lerine bıraktığı görülmektedir. Yaklaşık bir asır sonra tarih yazımı İbn İyas'ın kaldığı yerden
devam ettiğinde, Osmanlı imajının olumlandığı ve hatta kimi zaman kutsandığı bir yazım
ortaya çıkmıştır. Söz konusu döneme ait az sayıdaki tarihî eserler gözden geçirildiğinde bun¬
ların ulemâ ve bürokratlar tarafından yazıldığı, Osmanlı egemenliğini meşrulaştırma çabası
taşıdıkları görülür. Üstelik Arap menşe’li yazarların eserlerinde de benzer temalar dikkat
çekmektedir. Örneğin Mısırlı sufi Abdülvehhâb el-Şârânî (öl. 1565), İbn Nüceym (öl. 1563),

Abdülkadir el-Cezerî (öl. 1553), Kutbettin el-Nehrevâlî (öl. 1582) Osmanlı İmparatorluğu’nu
ve özellikle hanedanı İslâm’ın kusursuz temsilcileri olarak överler. Nehrevâlî, OsmanlIları
Ortodoks ulemâyı, suhleri destekleyen âdil ve güçlü hükümdarlar olarak sunar.® Bu yakla¬
şımların dönemin siyasal gelişmeleri yanında, Mısır politikasındaki değişiklikle de değerlen¬
dirilmesi gerekir. Bir diğer ifadeyle İslâm dünyasının kadîm merkezlerinde egemen olan
Osmanlıların bu bölgede nü^zlarını etkin kılmak için Sünnî İslâm kimliğine daha fazla vur¬
gu yapması, tarih kitaplarında kullanılan en önemli söylemler olmuştur. Bazıları Selim’i,
Sultan Gavri’nin dine karşı lakayt yönetiminden Mısır’ı kurtaran bir kahraman olarak ta¬
nımlarlar. Eleştirinin de ötesinde, Arap tarihçileri ve ulemâsı, Osmanlı sultanlarını, kâfirlere
karşı muzaffer olmalarından, Hıristiyanlara karşı İslâm’ı savunmalarından ve Harameyn’e
karşı ilgilerinden ötürü kutlarlar. Osmanlılar Arap eyaletlerinde vakıflar, camiler, hanlar
gibi sosyal müesseseler inşâ etmişlerdir.1؛؛ Bunun yanında I. Süleyman döneminde yayınla¬
nan Kânûnnâme-i Mısır ile ülke görece huzura kavuşmuştur. Bazı Arap tarihlerinde Süley¬
man için müceddidü’d-din unvanı kullanılır. Abdülvehhab Şârânî onu, suhliğin en yüce
makamlarından biri olan kutbü’z-zâhir unvanıyla anar.9 Söz konusu yaklaşımı daha sonraki
Mısırlı tarihçileri de devam ettirmiş, İbn İyas'ın Osmanlılara olan kinini paylaşmamışlardır.
Dikkate değer husus, bu dönemin tarih yazımında Osmanlılarla ilgili hükümlerin temel kıs¬
tasını İstanbul’dan atanan paşaların kişiliklerinin ve faaliyetlerinin oluşturmasıdır. Mısır'ın
strate^k ve iktisadi önemi nedeniyle ülkeyi idare etmek üzere gönderilen paşaların çoğu
yüksek rütbeliler, yetenekli yöneticiler, askerî komutanlardır. Bunların birçoğu veziriazam-
lık yapmış ya da sonradan bu makama atanmıştır.10 Örneğin Ebu’s-Sürûr el-Bekrî, Keşfü’l-
Kurbâfl Refi’t-tulba adlı eserinde paşaların yoksullara ve din adamlarına karşı ne kadar adil
veya cömert olduklarından bahsetmektedir. Üstelik 17. Yüzyılın başlarında taşrayı harap
eden askerî isyanlara karşı Osmanlı otoriteleri ile yerel güçler kimi zaman paşalar sayesinde
ittifak da yapmıştır.11Bu gelişmeler şüphesiz, yukarıda kısaca bahsedilen siyasal ve toplumsal
olaylarla yakından ilgilidir.

16. ve 17. yüzyıllarda iki imparatorluk mirasının, dinî, siyasî sembollerin ve meşrui¬
yetlerin kesiştiği bir coğrafyada, Mısırlıların ve Osmanlıların birbirlerine nasıl baktıklarını
bilmek heyecan verici bir konudur. Ancak böyle bir amacı üstlenen tarihçinin karmaşık bir
metodolo^k sorunla karşı karşıya olduğu unutulmamalıdır. Bu makale üç alt başlıktan oluş¬
maktadır. Birinci başlık altında Mısır’da Osmanlı egemenliğinin siyasal ve toplumsal boyut¬
ları ele alınmaktadır. Arap ve Osmanlı tarihçilerinin stereotipilerden, yiyecek ve giyeceğe,
dinî düşünceden sosyal yaşama iki toplum arasındaki farklılıkları devamlı vurguladıkları
görülmektedir. Etnik stereotipiler birer semboldürler.Bunlarbelirlisosyal, siyasalve
kültürelkoşullarda üretilmişlerdir. Bu nedenleonlar, en azından ilkesel olarak,değişim ve
geri plâna itilme gibi nedenlere bağlıdırlar. Karşılıklı olarak birbirlerini üretirler.12 Mısır ve
Osmanlı bağlamında tarih yazarlarının ileri sürdükleri söylemler, kimlik kaygısı yanında,
tarihsel miras nedeniyle üstünlük yarışına da dönüşmüştür. Ancak tarih yazarlarının ne öl¬
çüde mensubu oldukları toplumu temsil ettikleri sorgulanabilir? Onların anlatıları tarihsel
bir gerçeklik mi yoksa devletin/egemenin yahut gizli muhalefetin ideolojik aygıtı olarak mı
algılamalıdır? Bu sorunun cevabı bireylerin veya kurumların iktidarla ilişkilerine göre deği¬
şebilmektedir. Nitekim ikinci başlık altında Mısır beylerbeyi olmayı bekleyen fakat bu haya¬
li gerçekleşmeyen Gelibolulu Mustafa Âli’nin anlatıları ile Evliyâ Çelebi’nin anlatıları karşı¬
laştırılmaktadır. Ali’nin beş ayını geçirdiği Mısır ile Evliyâ’nın on yıldan fazla bir süre kaldı¬
ğı Mısır arasında benzer ve farklı yönler bulunmaktadır. Üstelik bu karşılaştırma yaklaşık 75
yılda Mısır’ın siyasal ve toplumsal hayatında ne gibi gelişmeler olduğuna da ışık tutmaktadır.

Birinci başlık altında Arap tarihçi İbn İyas’ın, Gelibolulu’nun ve Evliya Çelebi’nin an¬
latıları söz konusu bağlamda değerlendirilmektedir. Bunun yanında Kânûnî’nin meşhur ve¬
ziri Pargalı İbrahim Paşa tarafından yayınlanan Kânûnnâme de Mısır’da Osmanlı meşruiye¬
tinin pratik bir göstergesi olarak ele alınmıştır. İkinci alt başlıkta bütünüyle Mustafa Ali ve
Evliyâ’nın anlatıları karşılaştırılmıştır. Üçüncü bölümde ise kültürel özellikler, etkileşim ve
ayrışma ele alınmaktadır. Kültürel özellikler ile ilgili temel argüman Hegel’in efendi-köle
diyalektiğidir. Hegel, söz konusu diyalektikte "kendini kabul ettirme" arzusunun yol açacağı
eylemin, bilinçler arasında bir savaşa dönüştüğünden bahsetmektedir. Bir diğer ifadeyle
özbilincin doğuşu, bilinçler arası ilişkiden etkilenir ve bu ilişkinin ilk biçimi, kendini kabul
ettirme için verilen savaştır:

“Bir özbilincin var olabilmesi, yani insanın kendi hakkında, bir insan ol¬
duğuna dair öznel hakikatini nesnel hakikat haline getirebilmesi için en az iki
öznenin bir savaşta, sırf saygınlık için, kendi hayatlarını tehlikeye atmaları ge¬
rekir. Bu savaşta, başlangıçtaki iki benzer tutuma, yani her iki öznenin de say¬
gınlık uğruna savaşa girme kararına karşın, bu iki taraftan biri tutumunu değiş¬
tirmeli, kendi hayatını kaybetme tehlikesini göze alamayarak diğerinin değerini
yani onun bir özbilinç, bir insan olduğunu kabul etmeli ve böylece, başlangıçta¬
ki amacını terk etmelidir. (...) Sonuçta, zorunlu olarak, taraflardan biri kabul
edilecek, diğeri ise yalnızca kabul etmekle yetinecek yani bir köle ve bir efendi
ortaya çıkacaktır. Köle bağımlı varlık, efendi ise bağımsız varlıktır: İşte bu ne-

denledir ki özbilincin kökeninden söz etmek, zorunlu olarak özbilincin özerkli¬
ğinden ve bağımlılığından, efendilikten ve kölelikten söz etmek demektir.”13

Memlûk ve Osmanlı yönetimi ile yerli Arap halkların birbirleriyle ilişkilerinde köle-
efendi diyalektiği açıklayıcı bir niteliğe sahiptir. İki farklı bilinç karşı karşıya geldiğinde ya
birbirlerini görmezden gelecek ya da birbirlerinin üstünlüklerini zaaflarını görüp yeni kont¬
rol mekanizmaları geliştireceklerdir. Mısır’da Arap ve Türk kültürlerinin etkileşimini bu
bağlamda ele alınmaktadır. İki bölüm birbirinin mütemmimi olduğu için kimi yerlerde tek¬
rara düşüldüğü düşünülebilir. Kültür ve siyaset çoğu yerde iç içedir ve kültür, devletin
amaçları için politik bir araca dönüşebilmektedir. Bu nedenle Mısır’da Osmanlı, Memlûk,
Çerkes, Arap, Fellâhîn adı verilen grupların birbirlerine nasıl baktıklarına ve toplumsal ha¬
yatta var olan etnik ayrışmanın nasıl algılandığına ilişkin modern öncesi duyguların anakro¬
nik yorumların tuzağına düşme tehlikesi vardır. Hemen belirtmeli ki, Osmanlı döneminde
etnik gerginlikler var olmakla birlikte bunların 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan
milliyetçi ideolojilerle hiçbir ilgisi yoktur.