Kalademi.me'ya hoş geldiniz, uzmanlarımızın yardımıyla güvenilir ve hızlı yanıtlar alabileceğiniz yer. Uzmanlardan oluşan topluluğumuz sayesinde sorularınıza güvenilir cevaplar bulun ve çeşitli alanlardaki bilgi ve deneyimlerden faydalanın. Sorularınıza hemen güvenilir yanıtlar bulmak için deneyimli uzman topluluğumuzdan faydalanın.

Mehmet Akif Ersoy hayatı acil lazım lütfen ​

Sagot :

Mehmet Akif Ersoy, 1873 yılının Aralık ayında, İstanbul'un Fatih ilçesinin Sarıgüzel semtinde doğmuş ve 27 Aralık 1936 Pazar günü, saat 19.45'te Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'nda vefat etmiştir. Mehmet Akif’in babası Mehmet Tahir Efendi (1826–1888) ve annesi Emine Şerife Hanım'dır (1836–1926). Mehmet Tahir Efendi çocuk yaşta Arnavutluk'tan İstanbul'a gelerek tahsil etmiş ve Fatih Medresesi müderrisliğine kadar yükselmiş âlim ve arif bir zattır. Annesi ise aslen Buharlı olan Tokatlı bir aileye mensuptur. Ailenin Akif'ten sonra Nuriye adında bir de kızları olmuştur.

*M. Ertuğrul Düzdağ, Eğitim, Eğitim, Aylık Eğitim Dergisi, Mehmet Akif Ersoy Özel Sayısı, Yıl:7, Sayı 73, Mart:2006 Ankara

Vatan ve İstiklal Âşığı Bir Şair: Mehmed Âkif Ersoy (1873-1936)

Şair, mütefekkir, bilim insanı, Sırat-ı Müstakîm-Sebîlürreşâd başmuharriri, mütercim, Birinci Meclis Burdur Mebusu (1920-1923) Mehmed Âkif Bey, Hicrî Şevval 1290 [Aralık 1873] tarihinde İstanbul’da Fâtih civarında Sarıgüzel Sarınasuh Sokağı’nda yedi sekiz odalı ve beş yüz arşın bahçeli bir evde doğdu. Babasının kendisine verdiği isim/mahlâs, Ebced hesabıyla doğumuna da tekabül eden “Ragîf”tır. Ragıyf Arapça bir nevi’ ekmek demektir. “Ragîf” ev halkı ve mahalleli arasında kullanılamadığından zamanla “Âkif” e dönüşmüştür. Bayramiç’te çıkarılan nüfus kâğıdına da Âkif olarak geçmiştir. Bu suretle adı “Mehmed”, mahlâsı da “Âkif” kalmıştır. Fakat kendi beyanatına göre babası kendisine hep “Ragîf” şeklinde hitap etmiştir.

Babası, Arnavutluk’un İpek kazasından, “Temiz” lakabıyla anılan müderris Mehmed Tâhir Efendi (vefatı 1889); annesi ise, kökenleri Buhara’ya dayanan Tokatlı bir aileye mensup Emine Şerife Hanım’dır. Mehmed Âkif babasının rahle-i tedrisinde sıkı bir ahlakçı olarak yetişti; doğrucu, hakperest ve dürüst şahsiyetinin ilk temellerini de baba terbiyesinden aldı. Çok hassas, sağlam bünyeli, sağlam seciyeli, anlayışlı, tecrübeli dindar ve derin görüşlü bir kadın olan annesi Emine Şerife Hanım da Âkif’in karakterinde derin izler bırakmıştır. 1926 yılında, oğlunun Mısır’da bulunduğu senelerde 90 yaşında vefat etmiş ve Küplüce Camii civarına defnedilmiştir.

İlk tahsiline babası Tahir Efendi’den aldığı lisan eğitimiyle başlayan Mehmed Âkif, iki yıl kadar Emir Buhârî Mahalle Mektebi’ne devam ettikten sonra [1878-80], 1880'de Fatih Mekteb-i İbtidâîsi’ne girdi. Bu sırada bir yandan da “hem babam hem hocamdır!” dediği Tâhir Efendi’den Arapça derslerine devam etti [1880-1883].

İlköğreniminden sonra Fâtih’te Otlukçu yokuşunda bulunan Fâtih Merkez Rüşdiyesi’ni iki yılda [1883-85] bitirerek Mülkiye Mektebi’nin idadi (Lise) kısmına kaydoldu. Âkif’in Rüşdiye tahsilinde en çok lisan derslerine temâyülü vardı. Dört lisanda da (Türkçe, Arapça, Acemce, Fransızca) birinciydi. O yıllarda şiir tutkusu bir sevgi halini almıştır. Şiirle ülfeti pek olmayan Temiz Tâhir Efendi, oğlunun bu ilgisine ses çıkarmamış, teşvik de etmemiştir. İlk okuduğu şiir kitabı Fuzûlî’nin “Leylâ ve Mecnûn”udur.

Edebiyat hocalığını İsmail Safa ve Muallim Nâci'nin yaptığı bu okulun yüksek kısmının ilk sınıfında iken (1889), babasının vefatı dolayısıyla hayata bir an önce atılmak için, Mülkiye Baytar Mektebi’ne geçti. Büyük Fatih yangınında evlerinin yanmasına ve ailece sıkıntı içerisinde olmalarına rağmen, 1893’te başarıyla bitirdi. Okul yıllarında güreşe merak saldığı gibi, çocuk yaşta başlayan şiire olan ilgisi de gün geçtikçe arttı. Baytar Mektebi’nde hocalarının ekserisi doktordur. Bunlar da hem mesleklerinde yüksek, hem de dinî salâbet erbâbı idiler. Bunların telkinleri de dinî terbiyesi üzerinde etkili oldu. İçlerinde bakteriyoloji muallimi Rifat Hüsameddin Paşa gibi kıymetli hocalar vardır. Böyle bir ortamda Âkif, Baytar mektebini birincilikle bitirmiştir [1893].

Memuriyet hayatına, Ziraat Nezareti Umûr-ı Baytâriye ve Islah-ı Hayvanât umum müfettiş muavinliğiyle atılmıştır. Bu sırada, Rumeli merkezli Edirne ile Anadolu merkezli Adana ve Arabistan merkezli ŞMesai arkadaşına yapılan haksızlıktan dolayı 1913 Mayıs'ında memuriyetten istifa ettiği gibi, aynı yılın sonlarında, fikrî ayrılık dolayısıyla İstanbul Darülfünunu’ndaki görevini de bırakmak durumunda kaldı. Bu arada, Sebîlü'r-reşâd adını alan mecmuası da, hükümetler tarafından birkaç kez kapatıldı. En son memuriyeti Umûr-i Baytariye Müdür Muâvinliğidir [1913].

1914 başlarında, Mısır ve Medine’de iki aylık bir seyahat yaptı. 1914 sonbaharında, Harbiye Nezareti’nce istihbarat amacıyla kurulmuş olan Teşkilât-ı Mahsusa’nın görevlendirmesiyle Berlin’e giderek, İtilaf devletleri safında savaşıp esir düşen Müslüman askerlerin kamplarını ziyaretle, savaş sonrasında bağımsızlık yolunda faaliyete teşvik eden konuşmalar yaptı. Bu seyahatin ardından yine Teşkilât-ı Mahsusa'nın görevlendirmesiyle, 1915 Mayıs’ıyla Ekim’i arasında, teşkilat başkanı Kuşçubaşı Eşref idaresindeki bir heyetle, devlete sadık kabilelerin desteğinin devam ettirilmesini sağlamak amacıyla Necid bölgesiyle Medine'ye gitti. Bu seyahatlerindeki intiba ve ihtisaslarını uzun manzumelerle dile getirdi.

1918 ortalarında, Mekke Emîri Şerîf Ali Haydar Paşa’nın davetlisi olarak bir ay kadar Lübnan’da bulundu. Döndükten hemen sonra, Şeyhülislâmlık bünyesinde yer alan Dârü’l-Hikmeti’l-İslamiyye’nin başkâtipliğine, 1920 Ocak’ında da aslî üyeliğine getirildi. Ve yayın organı olan Cerîde-i İlmiye’nin idaresi de uhdesine verildi. Bu arada, Maarif Nezareti’nce İstanbul Dârülfünunu’nda oluşturulan Kâmûs-ı Arabî Heyeti üyeleri arasında da yer aldı.

I. Dünya Savaşı sonrasındaki ağır mütareke şartları, yaşanan işgaller ve Yunanlıların İzmir’e asker çıkarması üzerine, Milli Mücadele hareketine katılmak için, 1920 Şubatında Balıkesir’e giderek Kuva-yı Milliyecilerle görüştü. Burada, Zağanos Paşa Camii’yle çeşitli yerlerde halkı birlik ve direnmeye çağıran vaaz ve konuşmalar yaptı. Balıkesir’den dönüşünde, işgal altında yaşadığı güçlük ve sansürlerle bunaldığı bir dönemde, Anadolu’dan gelen davet üzerine, 10 Nisan 1920’de, 12 yaşındaki oğlu Emin’i de yanına alarak gizlice yola çıktı. Ve yolda buluştuğu Ali Şükrü Bey’le Geyve’ye, oradan da, Büyük Millet Meclisi’nin açılışının ikinci günü olan 24 Nisan’da Ankara’ya vardı.

am havalisinin çeşitli bölgelerinde bulaşıcı hayvan hastalıkları üzerine çalışmalar yaptı. Ordu için gerekli alımları yapmakla görevlendirildiği Şam ve civarında Arabistan coğrafyasını ilk defa yakından tanıma fırsatını buldu. Ayrıca, küçük yaşta başlayıp da tamamlama fırsatı bulamadığı hafızlığını da ikmal eden Mehmed Âkif, şiir ve sanat anlayışının şekillenmesinde etkili olan halkı ve köylüleri de yakından tanıma imkânını elde etti. Bu seyahatleri esnasında, daha sonra Resimli Gazete’de haklarında manzume neşredeceği İslam dünyasının kelâm, felsefe, tefsir ve usûl-i fıkıh alanlarında tanınmış âlimlerinden Fahreddin er-Râzî, Hüccetü’l-İslâm İmam Gazzâlî, Fars edebiyatının en büyük şairlerinden Hâfız ve Sa‘dî-i Şîrâzî gibi isimlerin eserleriyle meşgul oldu. 1895 yılından itibaren Gayret, Hazîne-i Fünûn, Resimli Gazete, Mekteb, Servet-i Fünun gibi edebiyat dergilerinde imzası görülmeye başlandı.

İstanbul yıllarında, memuriyetinin yanı-sıra bir yandan da Halkalı Ziraat ve Çiftlik Makinist Mekteplerinde kitabet-i resmiye hocalığı yaptı (1906-1907). II. Meşrutiyet’in ilanının akabinde (Ağustos 1908), Ebül‘ulâ Mardin ve Eşref Edib’le birlikte, döneminin en önemli ilmî ve fikrî yayını olup daha sonra tüm şiir ve yazılarını neşredeceği Sırât-ı Müstakim mecmuasını çıkarmaya başladı. Aynı yıl, İstanbul Darülfünunu Edebiyat Şubesi Osmanlı Edebiyatı müderrisliğine de getirildi. Bir yandan da, kısa bir müddet heyet-i ilmiye üyeleri arasında bulunduğu İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin Şehzadebaşı Kulübü’nde Arapça edebî eserler okutup Arap edebiyatı ve tercüme usulü dersleri verdi. Yine, özel bir okul olan Dârüledeb’de fahrî hocalık, Baytar Mekteb-i Âlisi Me’zûnîni (Mezunları) Cemiyeti başkanlığı (1910) ve Dârü'l-Hilafeti'l-Aliyye Medresesi'nde Türkçe-Edebiyat muallimliği yaptı (1914). Balkan Savaşı sırasında, Müdafâa-i Milliye Cemiyeti’nin Heyet-i Tenvirîye’sinde görev alarak heyetin kâtib-i umûmiliğini yaptı. 1911 yılı Nisanı’ndan itibaren daha sonra 7 Kitap’ta toplayacağı Safahât adlı eserini meydana getirecek manzumelerini Sırât-ı Müstakim mecmuasında neşre başladı. Safahat-Birinci Kitab dışında Akif, farklı tarihlerde Süleymâniye Kürsüsünde (1912), Hakkın Sesleri (1913), Fâtih Kürsüsünde (1914), Hâtıralar (1917), Âsım (1924) ve Gölgeler (1933) adlı kitapları neşretmiştir.

Hizmetimizi kullandığınız için teşekkür ederiz. Tüm sorularınıza doğru ve güncel yanıtlar vermek için her zaman buradayız. Platformumuzu kullandığınız için teşekkür ederiz. Amacımız, tüm sorularınıza en doğru ve güncel yanıtları vermektir. Tekrar bekleriz. Kalademi.me'de yanıtlar sunmaktan gurur duyuyoruz. Daha fazla bilgi için tekrar ziyaret edin.