Kalademi.me'ya hoş geldiniz, uzmanlarımızın yardımıyla güvenilir ve hızlı yanıtlar alabileceğiniz yer. Sorularınızı sorun ve farklı alanlardaki profesyonellerden ayrıntılı yanıtlar alın. Sorularınıza hızlı ve güvenilir çözümler bulmak için deneyimli uzman topluluğumuzdan faydalanın.

Sait Faik Abasıyanık semaver hikayesi​

Sagot :

Cevap:

yardımcı olurmu bilmem ama google'ye saik faik abasıyanık semaver hikayesi pdf yaz çıkıyor özet istiyorsanız ise sait faik abasıyanık semaver hikayesi özet yazarsan çıkıyor en iyi cevap olarak seçersen çok sevinirim:)

Cevap:

Semaver, Sait Faik Abasıyanık’ın bazı hikayelerinin yer aldığı kitaplarından bir tanesidir. Adını Semaver adlı hikayeden alır. Kitapta yer alan diğer hikayeler şu şekildedir: Stelyanos Hristopulos Gemisi, Meserret Oteli, Bir Kıyının Dört Hikayesi, Babamın İkinci Evi, İpekli Mendil, Kıskançlık, Bohça, Orman ve Ev, Düğün Gecesi, Şehri Unutan Adam, Üçüncü Mevki, Garson, Birtakım İnsanlar, Benimle Beraber Seyahatten Dönenler, Sevmek Korkusu, Louvre'dan Çaldığım Heykel, Robenson, İhtiyar Talebe, Bir Vapur.

Semaver’de annesi ile birlikte yaşayan Ali’nin öyküsü anlatılır. Ali bir fabrikada işçi olarak çalışır. Her sabah erken kalkan annesi ekmek kızartır ve semaverin fokurtusu eşliğinde Ali’yi uykusundan uyandırır. Ali semaverin sesini duyduğunda mutluluk duyar. Çünkü semaver ona takır takır işleyen ve içinde hiç grev olmayan bir fabrikayı andırmaktadır. Zaman böyle giderken ölüm annesinin kapısını bir misafir edasıyla çalar. Ali o gün annesi kendisini uyandırmayınca erken olduğunu düşünür hemen kalkmaz. Ancak kaktığında semaverin başında annesinin cansız bedeni ile karşılaşır. Tepkisiz kalıp o gün hiç ağlamayan Ali işine gidip gelmeye devam eder. Bir gün işten döndüğünde semaverin başında annesini hatırlayıp hüngür hüngür ağlamaya başlar. Annesi öldükten sonra bir daha evlerinde mutluluğun simgesi olan semaverin fokurtusu duyulmaz.

Stelyanos Hristopulos Gemisi adlı hikayede yaşlı Rum balıkçının geriye kalan tek aile ferdi olan torunu Trifon tarafından kendisine bir metre uzunluğunda bir gemi yapılır. Trifon gemiye dedesinin adını verir. Gemiyi suya saldığı esnada Burgaz adasındaki diğer çocuklar taş atmaya başlarlar. İsabet eden taşlarla gemi batar.

İpek Mendil adlı hikayede, yazar bir gün fabrika kapıcısının yerine ipek fabrikasında bekçilik yaparken bazı sesler duyar. 15 yaşlarında bir genç erkek, mendil çalmak amacı ile fabrikaya girmiştir. Yazar gence iyimser bir tavır ile yaklaşır. Genç hırsız, kız arkadaşının ondan ipek bir mendil istediğini ancak mendil alacak parası olmadığı için bu yola başvurduğunu ifade eder. Yazar bu gerekçeyi haklı bularak onu serbest bırakır. Ancak hırsız pes etmez ve bekçinin uyuduğunu düşünerek tekrar fabrikaya dadanır. Uyanık olan bekçi çocuğun cesaretinden etkilenip bu sefer ona hiçbir müdahalede bulunmaz. İstediği mendili alan çocuk fabrikanın duvarından atlamaya çalışırken düşer ve sevgilisi için bir mendil alma sevdası uğruna hayatını kaybeder.

Kıskançlık adlı hikayede, olaylar otuz beş yaşlarında olan köy öğretmeni ve on yedi yaşındaki karısı Fadime arasında geçer. Ağabeylerinin zoru ile köy öğretmeni ile evlendirilen Fadime, çoban Hüsrev’i sevmektedir. Aralarında karı koca ilişkisi olmamasına rağmen köy öğretmeni Fadime’yi kıskanmaktadır. Bir gün onu çoban Hüsrev ile birlikte yakalar. Karısını başka bir adamla yakalayan köy öğretmeninin yaşadığı duygu durum değişikliği yazar tarafından etkili bir şekilde okuyucuya aktarılır.

Düğün Gecesi adlı hikayede on altı yaşında olmasına rağmen nüfus cüzdanında yirmi yaşında olarak gösterilen Ahmet’in yirmi altı yaşında bir kız ile evlendirilmesi ve Ahmet’in düğün günü yaşadıkları anlatılır.

Birtakım insanlar adlı hikayede soğuk bir günde yatağına duyduğu özlemi çarpıcı bir şekilde anlatan yazar, tuhaf giyimli bir adam ile karşılaşır. Adam ona kendi gibi giyinen insanlar görüp görmediğini sorar. Yazar sonradan onların yatacak yeri olmadığı için validen yer talebinde bulunmak için bir araya gelmiş evsizler olduğunu öğrenir. Evsiz insanlar olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalan yazar, demin yatağına karşı duyduğu özlemden dolayı mahcup olur ve hikaye son bulur.

İçerisinde yer alan diğer hikayelerle de oldukça ilgi çekici ve başarılı olan Semaver, Türk öykücülüğünün en önemli isimlerinden birisi olan Sait Faik Abasıyanık’ın mümtaz eserlerinden bir tanesidir.

Yazan: Şahin Yıldız

Semaver Kitap Özeti

Türk edebiyatında durum hikayesi deyince akla iki isim gelir ki bunlardan biri Sait Faik Abasıyanık’tır. Sait Faik Abasıyanık’ın en bilinen hikayesi ise şüphesiz ki Semâver’dir. Bazı hikayeler vardır; zamanı asla geçmez, eskimez. Ne zaman okusak bizi zamansız bir boyutta, hikayeyi okuduğumuz ilk zamanki ruh halimize, hislerimize, sevinçlerimize ve korkularımıza götürür. Semaver, işte bu hikayelerden biridir. İlköğretimde ya da lisede okurken bu hikayeyi derste okumayan neredeyse yoktur. Bu hikaye, o zamanlar küçük yüreklerimizi hüzne boğmuş, “Ya bir sabah uyandığımda annemi ölmüş görürsem?...” korkusuyla kalbimizi titretmiş bir hikayedir.

Sait Faik’in "Semaver" adlı kitabında toplam yirmi adet hikaye bulunmaktadır. Kitaba adını veren ve kitabın ilk hikayesi olan "Semaver", oldukça acıklı, yürek yakan ve okuyucuyu hüzünlere gark eden bir olaydır. Ali, Halıcıoğlu’ndaki fabrikada çalışan bir işçidir ve annesiyle beraber Haliç civarındaki bir evde oturmaktadır. Ali’nin babası yaşıyor mu yoksa öldü mü, kardeşleri var mı bilinmez. Tek bildiğimiz, annesinin her sabah namazdan sonra Ali’yi mütemadiyen kaldırdığı, ikisinin kahvaltı yaptığı, ardından Ai’nin işe gittiğidir. Ali’nin ve annesinin hayatları, işte bu tekdüze çizgide ilerler. Bir de, her sabah fokurdayan bir semaver vardır. Bu semaver, adeta ailenin üçüncü üyesi olmuştur. Ali’ye göre semaver, içerisinde ıstırap, grev ya da kaza olmayan bir fabrika gibiydi; çünkü fabrikadan duman, semaverden ise buhar tütüyordu. Ali ile annesi, birbirlerinden başka kimsesi olmayan insanlardı. Ali annesini severdi, annesi de Ali’yi… Semavere gelince, o her sabah kaynardı. Bir sabah annesi Ali’yi uyandıramaz. Ali uyandığında işe geç kaldığını fark eder. Kalkar ve annesine bakar. Annesi, masaya yığılmış vaziyettedir. Ali annesini öper, ancak annenin yanağı buz gibidir. Ali annesini yatağına yatırır, kendisi de onu ısıtmak için uzanır. Anne, ısınacak gibi değildir. Ölmüştür bir kere. Artık geriye dönüş yoktur. Ali gözyaşı dökmez. Komşulara haber verir, kendisi ise işe gider. Komşular annenin cesedini kaldırırlar. Ali işten döndüğünde evini neşesiz, keyifsiz, yalnız bulur. Gözü semavere ilişir. Semaver, Ali için, ailenin mutluluğunu sembolize ediyordur. Artık anne evde olmadığına, Ali ise yapayalnız kaldığına göre, artık semavere gerek yoktur. Ali semaveri bir daha kullanmamak üzere kaldırır, yerine bir sahlep güğümü koyar.

Kitaptaki hikayeleri okuduğumuzda pek çok küçük; ama insanın yüreğine dokunan olayla karşılaşırız. “Stelyanos Hrisopulos Gemisi”nde öksüz kalan ve dedesi Stelyanos Hrisopulos’le beraber adada yaşayan Trifon’un yaptığı bir metrelik geminin acı akıbetini okur, Trifon’a acır ve mahalle çocuklarına kızarız. “Meserret Oteli”nde ise, genç yaşta ölen kadının hızlıca çizilmiş otoportresi karşısında hüzünleniriz. “Bir Kıyının Dört Hikayesi”, adada yaşayan yalnız bir adamın bir soğan kayığı, bir kedi, mahalle çocukları ve bir ölü ile karşılaşmalarını okuruz. “Babamın İkinci Evi”, hem kasabada hem de köyde evi olan, yani iki eşli bir adamın hikayesi, adamın oğlunun gözünden aktarılır. “İpekli Mendil” ise, bir mendil çalmak için onca zahmete giren bir gencin kararlı çabasını anlatır. İlk hırsızlık girişiminde yakalanan genç, daha sonra yine hırsızlık yapmaya çalışır. Nihayet eline bir ipekli mendil geçirir ve pencereden kaçmaya çalışırken yere düşer. Elindeki ipekli mendil, bir su gibi fışkırır. Genç ise, ölmek üzeredir. “Kıskançlık”, bir köy memurunun genç bir kızla evlenmesi, kızın ise onu genç bir köylüyle aldatması üzerine bir hikayedir. “Bohça” ise, evin oğlu ile masum bir aşk ilişkisi yaşayan küçük hizmetçi kızın evden kovulmasını anlatır. “Şehri Unutan Adam”, otelden hiç çıkmayan, ama insan sevgisiyle dolu bir adamın, otelden çıkıp insanlar arasına karışınca yaşadığı hayal kırıklıkları üzerine bir hikayedir.

Haldun Taner’in dediği gibi, biz küçük şeylerin zevkine Sait Faik’in hikayeleri sayesinde eriştik. Sait Faik, bizim önemsiz gördüğümüz eşyaları ve olayları öyle bir anlatır ki, her şeyin bir ruhu olduğunu kavrarız birden. Basit bir semaver, bir gemi maketi ya da bir bokça, bizim için birden anlamlı oluverir. Sait Faik’in güzel bir Türkçe ile yazdığı bu kısa, akıcı ve insanın yüreğine dokunan hikayeler tekrar tekrar okunmayı hak ediyor.