Sorularınıza hızlı ve doğru yanıtlar alın, Kalademi.me, en iyi soru-cevap platformu. Adanmış uzman topluluğumuzun yardımıyla sorularınıza hızlı ve güvenilir yanıtlar bulun. Farklı alanlardaki profesyonellerden kapsamlı çözümler bulmak için platformumuzu kullanın.

orta Asya'daki Türk toplumlarının nasıl bir yaşam tarzı vardı 9.sınıf​

Sagot :

Açıklama:

kolay gelsin iyi çalışmalar

View image nisanurr398
View image nisanurr398

Cevap:

Türk milleti kadar kaderini devletiyle bir görmüş başka millet yoktur. Türk’ler,

yeni bir devlet kurarlarken eski devletlerinden intikal eden tecrübelerden faydalanmaya

dikkat etmişler, devletin bilgi, birikim ve tekâmül işi olduğunu gözden kaçırmamışlardır

(Niyazi 1995: 7). Avrupa’daki büyük ilim otoriteleri, dünya tarihinde rol oynayan

kavimler arasında “atlı kavimler” dedikleri bir gruba büyük önem vermişlerdir. “Atlı

kavim” demek; at yetiştiren ve bütün günlük hayatı at üzerinde geçen insan toplulukları

demektir. Dünya tarihindeki en önemli ve güçlü atlı kavimlerden doğuda olanları

Türk’ler, batıdakiler ise Cermen’ler idi.

Tabiat şartları bir kısım Türk’leri hayvan yetiştiricisi yapıyordu. Orta Asya’daki

bazı iklim ve hayat şartları insanları konargöçer yaşamaya mecbur ediyordu. Orta Asya

Türk ekonomisinin temelini hayvancılık teşkil ediyordu. Hayvan sayıları yüz binleri

hatta Çin kaynaklarına göre milyonları buluyordu. Onlara göre Türk’ler “otlar ile suları

takip ederek” yaşarlardı. Bu da gösteriyor ki, Türk’ler bir yere yerleşemedikleri için

değil, hayvanlarına ot ve su bulmak için dolaşıyordu. Araçlar veya hayvanlar üzerinde

taşıdıkları çadırlarını, hayvanlar için elverişli yaylalara götürüyorlar ve her mevsime

göre yer değiştiriyorlardı. At yetiştiren Türk’ler, daha enerjik ve daha teşkilatçı idiler.

Hayvancılık Türk’lerin sosyal hayatlarına disiplinli bir düzen de veriyordu (Ögel 1988:

13-17).

Her millet maddi imkânları ve manevi değerleri ile bir kültür bütünüdür. Bir

millet yaşamakta ise onun bir kültürü olacaktır. Aşağı yukarı dört bin yıllık tarihe sahip

Türk milletinin bütün yönleriyle ortaya konulması gerekmektedir. Son günlerdeki her

türlü ard niyetli nitelendirmelere rağmen artık belgeleriyle ortaya konulan gerçekleri

gizlemenin bir anlamı yoktur
Türk’lerin kadim bir millet oluşu, araştırıcıları Türk adını en eski tarih

kaynaklarında aramaya sevk etmiştir. Son araştırmalarda “Türk” kelimesinin 6–8.

asırlardan önce yalnız çift heceli söylendiği, daha eskiden ise, “Törük” şeklinde

olabileceği belirtilmişti. Ayrıca adları Türk’e benzediği ileri sürülen bütün topluluklarla

Türk kavmi arasında ırkı, lisanî, sosyal ekonomik v.b. bağ tespit edilememiştir.

Türk adına gerek kaynaklarda gerek araştırmalarda türlü manalar verilmiştir.

Örneğin; Miğfer, terk edilmiş, olgunluk çağı gibi. Ziya Gökalp, töreli, kanun ve nizam

sahibi diye açıklamıştır. Barthold’un düşüncesi de buna yakındır. Kelimenin Törük,

türük, Türk şeklinde gelişmesini mümkün görmeyen ve bir kabile adı da olmadığını

belirten Doefer’e göre, Orhun kitabesindeki Türk tabiri daha ziyade “devletin esas

halkını teşkil eden millet” manasına gelmektedir. Ancak Türk sözünün cins isim olarak

güç-kuvvet, sıfat olarak güçlü-kuvvetli manasını taşıdığı 1911 yılında neşredilen eski

bir Türkçe vesikadan anlaşılmıştır (Kafesoğlu 1991: 42-43).

Tarihte ilk Türk adı, Orhun yazıtlarında “Türük” olarak geçiyor. Devletine bağlı

halk, tebaa, güçlü kuvvetli ulus anlamındadır. Kaşgarlı Mahmut’a göre, Tanrının

koyduğu Türk adı; gençlik, sağlık ve olgunluk anlamına gelir. Gökalp, Türk’ün, töreli,

yasalı anlamında, töre veya türe’den geldiğini düşünmekteydi. Çin kaynaklarında

miğfer anlamına gelen “Tu-kue”/Törük olarak geçiyor. Herodot tarihinde, İskit

ülkesinde yaşayan “Tyrkae”nin Türk olduğu sanılıyor. Perslerin Şahname’sinde

“Turan” asıllı savaşçı Türk’lerden söz ediliyor (Güvenç 1996: 22).

Türk kelimesini Türk devletinin resmi adı olarak ilk kullanan teşekkül Göktürk

İmparatorluğudur. Bütün bunlar Türk adının belirli bir topluluğa mahsus bir isim

olmayıp siyasi bir ad olduğunu ortaya koymaktadır. Coğrafi ad olarak Türkiye tabirine

ilk defa Bizans kaynaklarında rastlanmakta altıncı asırda Türkiye tabiri “Orta Asya” için

kullanılıyorduBugün Türk denince Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve anadili

Türkçe olan insanlar akla geliyor. Hâlbuki yeryüzünde ana dili Türkçe olup da bizim

sınırlarımız dışında yaşayan milyonlarca insan vardır.

İlk Türk’ler bugün Orta Asya diye bilinen yerde Tanrı dağları ile Altay dağları

arasında yaşıyordu. Türk’ler beyaz ırktan ve geniş kafalı, orta boylu insanlardı.

Türk’lerin bilinen tarihi dört bin yıllık bir geçmişe sahiptir (Güngör 1995: 11).

Gerek Çin kaynaklarında gerek batı kaynaklarında Türk’ler daha çok Moğol

tipinde sarı renkli, dolikosefal olarak tasvir edilmişlerdir. Türk’lerle Moğollar arasında

dil birliği bakımından bir münasebet olmadığı, etnoloji yönünden bir ilgi bulunmadığı

ve bilhassa Orta Asya’daki kazılarda elde edilen antropolojik malzemenin incelenmesi

sonucu olarak bu iki kavim arasında soy birliğinin bahis konusu edilemeyeceği ortaya

konmuştur.

Son yarım asır içinde yapılan antropolojik incelemelerde Türk’lerin beyaz ırka

mensup olduklarını göstermiştir. Turan tipini temsil eden Orta Asya, Maveraünnehir ve

diğer yakın doğu Türk’leri beyaz tenli, koyu parlak gözlü, değirme yüzlü, endamlı,

sağlam yapılı, erkek ve kadınları ile Orta Çağ kaynaklarına güzelliği örnek olarak

gösterilmiş hatta İran edebiyatında “Türk” sözü bazen “güzel insan” manasında

kullanılmıştır (Kafesoğlu 1991: 45-46).

Türk’ler hem soy hem dil bakımından yakın komşularından yani Çin’lilerden ve

Moğol’lardan farklı idiler. Asıl geçim kaynakları hayvancılıktı bu yüzden hep hareket

halinde bir hayat sürüyorlar, çok iyi at kullanıyorlardı.

Türk adı çeşitli Türk boylarından birinin adı idi. Altıncı yy’dan beri ana dili

Türkçe olan bütün boyların her biri değişik bir isimle anılmakla birlikte, bunların

hepsine birden “Türk” denilmeye başlanmıştır. Türk dili onları birlik sağlamalarında

başlıca rolü oynamıştır (Güngör 1995: 11-12).

Arif ÇİÇEK, “Orta Asya Türk Toplumlarının Sosyo-Kültürel Yapısının Genel Bir

Değerlendirilmesi”, Mavi Atlas, 6(1)/2018: 233-247.

237

1.3. Ana Yurt

Türk’lerin göçlerden önce oturduğu topraklar meselesi geçen asırdan beri

münakaşa edilen bir konudur. Tarihçiler, Çin kaynaklarına dayanarak Altay dağların

Türk’lerin ana yurdu kabul ederken bazı kültür tarihçileri İrtiş-Urallar arasına veya

Altaylar, Kırgız bozkırları arasına veya Baykal gölünün kuzey batısını göstermişlerdir.

Bazı dil araştırıcıları da Altayların doğusunun veya Kingan silsilesi bölgesinin ve

doksanıncı boylamın doğusunu Türk anayurdu olması gerektiğini düşünmüşlerdir.

Türklerin coğrafi sınırını çizebilmek az çok mümkün olmakla birlikte dar bir bölgenin

tayini oldukça zordur. Bunun sebebi Türklerin daha ilk zamanlardan itibaren geniş

coğrafyaya yayılmış bulunmaları ve kültürlerini uzaklara götürmeleri olsa gerektir.

Son araştırmalar ise bu sahanın Ural-Altay dağları arasına alınması, hatta Hazar

denizinin kuzey doğu bozkırlarının asli Türk yurdundan sayılması ihtimalini

kuvvetlendirmiştir (Kafesoğlu 1991: 47).

Bazı yazarlar Türklerin coğrafi sahası o kadar geniştir ki Türkler için yalnızca bir

tür coğrafi çevre gösterilemez. Türklerden henüz Sibirya’nın buzlu çöllerinden yaşayan

Yakutlar bulunduğu gibi henüz Altaylarda yaşayan Bara benizler vardır. Bunların

üzerinde Karakıgızlar, Kırgız Kazaklar, Başkurtlar, Karakalpaklar ve Türkmenler gelir.

Bunlar henüz il yaşmaktadırlar. Bunların üstünde Tarancılar, Kaşgar Türkleri, kuzey

Türkleri, Özbekleri ve Türkiye Türkleri gelir (Gökalp 1995: 11).

1.4.Irk

Bazı yazarlar Türkleri bir takım kurumların ve kelimelerin ortak olması yüzünden

Altay ırkından ya da Ural-Altay adı verilen ırktan sayıyorlar. Bazı kurumların ortak

olması ve isimlerinde bulunması böyle bir durumun varlığını ortaya koymaya yetmez.

Irklar insan anatomisine ait türlerdir. Kafatasının uzun ya da kumral renkte olmasıyla

belirlenir.

Türklerin akrabalığı aranırken medeniyet topluluğunun bazı ortak kurumlarına

dayanılarak onlar aracılığıyla ile akrabalık aranmamalıdır. Türkler çeşitli zamanlarda

Arif ÇİÇEK, “Orta Asya Türk Toplumlarının Sosyo-Kültürel Yapısının Genel Bir

Değerlendirilmesi”, Mavi Atlas, 6(1)/2018: 233-247.

238

Çinliler, Tibetliler, Moğollar, Macarlarla aynı ilhanlığın ortak siyasal kaynağı altında

ortak bir siyasal hayat yaşadıklarından bazen ortak bir medeniyet hayatı sürdüklerinden

birçok kurumları da doğal olarak ortak olmuştur. Siyasi ve medeni katılımlardan doğan

ortaklıklar ırk birliğinin sonuçları gibi görülmektedir.

Türkler Altay ırkına ve Ural-Altay ırkına mensup değildir. Türkler bunlarla uzun

süre siyaset ve medeniyet yönlerinden birlikte yaşamışlardır. Türklerin bunlarla dıştan

görünen bu yüzeysel benzerlikler işte bu birlikte yaşadıkları hayatın sonucudur. Türk

ırkı konusunda incelemelerde bulunan Ojen Pittar, Türkler kendi başlarına ayrı bir

ırktırlar. Başka her hangi bir ırktan ayrılmış değillerdir (Gökalp 1995: 22).

2. Sosyal Yapı

Bir cemiyet içindeki hayatımıza devam ederken etrafımıza baktığımız zaman

gözümüze çarpan bütün maddi şeylerin insanlar tarafından yapılmış veya değiştirilmiş

şeyler olduklarını görürüz. Binalar, yollar, fabrikalar insanların muayyen maksatlarla

meydana getirdikleri fiziki eserlerdir. Fakat bunların hiçbirisi sosyal bünyenin bizzat

kendisi değildir. Bunlar ancak sosyal yapının dış görünüşünü teşkil ettikleri için sosyal

bünyenin neden ibaret olduğunu anlamımıza imkân veremezler.

Cemiyet beşeri varlıklar tarafından meydana getirilip, değiştirilen ve

değiştirilmesine rağmen devam ettirilen insanlar arası münasebetler organizasyonudur.

Sosyal bünye, cemiyetin karakteristik vasıflarını, grupların birbirleri ile ve fertlerin grup

içinde ve dışında birbirleri ile gruplarla olan münasebetlerini ve bu münasebetleri

nizamlayan organizasyon tiplerini ve bununla ilgili olarak ortaya çıkan grup hayatının

fiziki çevre şartları ile de karşılıklı tesir ilişkilerini gösteren şekillenmelerini ifade eder.

Şu halde sosyal bünyeyi tetkik edebilmenin yolu, evvela grup hayatı ile karşılık

tesir münasebetleri olan fiziki çevre şartlarını ve grup azalarını bir arada tutan kültürel

çevrenin özelliklerini bundan sonra münasebet halinde bulunan fertlerin sosyal mevki

rollerini ve nihayet münasebetlerinin organize edilmiş şeklini tayin eden teşkilatlanma

tarzlarını etüt edebilmektir (Bilgiseven 1986: 99).

Arif ÇİÇEK, “Orta Asya Türk Toplumlarının Sosyo-Kültürel Yapısının Genel Bir

Değerlendirilmesi”, Mavi Atlas, 6(1)/2018: 233-247.

239

Orhun kitabelerine göre Türk bozkır cemiyetinin yapısını şöyle tespit edebiliriz

(Kafesoğlu 1991: 215): “Oguş= Aile”, “Urug= Aileler birliği”, “Bod= Boy, Kabile”,

“Budun= Boylar birliği”, “İl(el)= Müstakil topluluk, devlet, imparatorluk”.

2. 1.Oguş=Aile

Eski Türk cemiyetinde ilk sosyal birlik olan aile bütün içtimai bünyenin çekirdeği

durumunda idi. Kan akrabalığı esasına dayanıyordu. Dıştan evlenmeye ve sultaya değil

velayete dayanan baba hukukunun geçerli bulunduğu Türk ailesinde evlenen oğullar

hisselerini alıp yeni aile kurmak üzere çıkarlar. Baba evi ise en küçük oğlanla kalırdı.

Küçük aile nizamında yaşayan eski Türkler daha hür fertler yetiştirmek imkânına

sahipti.

Türk aile sisteminin esasları eski Türk siyasi, sosyal hemen bütün kuruluşlarına ve

fertlerin davranışlarına yansımıştır. Eski Türk cemiyetinde hususi mülkiyette ferdi

hukukta hürriyet ve istiklal tutkunluğunda insanları himayeye yönelik sosyal

davranışlarda adalet dini tolerans anlayışlarında ve bütün bu sayılanları gerçekleştirmek

ve kurmakla görevli olan devletin baba telakki edilmesinde Türk ailesinin anne-baba

evlat münasebetlerinde temellenen prensiplerini görmek mümkündür (Kafesoğlu 1991:

216 v.d).

Töre aile ile ve kişiler için bir görenek idi. Aileden başlayarak herkesi yerine ve

vazifesine göre sorumlu tutuyordu. Böyle bir cemiyet disiplin denen düzenin en yüksek

bir örneği sayılabilir. Töre gidince ne millet, ne il ne de devlet kalabilirdi (Ögel

1988:470-471) .

2.2. Urug=Aileler Birliği

Aileden sonraki en büyük sosyal birlik urug idi. Soylar birliği veya urug’a boy

denirdi. Boyların kendilerine ait toprakları, başlarında boy beyleri bulunur ve boy

beylerini aile ve urug temsilcileri seçerdi. Boylar birleştikleri ve siyasi bir birlik

Arif ÇİÇEK, “Orta Asya Türk Toplumlarının Sosyo-Kültürel Yapısının Genel Bir

Değerlendirilmesi”, Mavi Atlas, 6(1)/2018: 233-247.

240

kurdukları zaman buna budun denirdi. Budunun başında han, kağan bulunurdu. Fakat

budunların her zaman siyasi bağımsızlığı olmazdı (Güngör 1995: 53).

Boyun sosyo-politik karakteri, boduna ve özellikle Türk devletinin bünyevi yapı

verdiği için devletin kuruluşunda çözülmesi ve yeniden kurulmasında başlıca manivela

durumundadır.

Boylar birliğine bodun denir. Bodun müstakil veya bir il’e tabi olabilirdi. Boylar

çoğunlukla soy ve dil birliğine sahip oldukları halde budunların daha ziyade boyların

sadece sıkı işbirliğinin meydana getirdiği siyasi topluluklar olduğu anlaşılıyor

(Kafesoğlu 1991: 219-220).

Eski Türklerde siyasi, askeri, iktisadi ve kültürel bütün sorunların görüşüldüğü,

kararlaştırıldığı büyük meclise “kurultay” adı verilir. En büyük siyasal müessesedir.

Töreler konulup veya kaldırılırdı. Başkanın, kağanı seçme yetkisi vardı. Askeri

toplandılar sonbaharda, dini toplandılar haziranda yapılırdı (Arsal 1947: 204).

2.3. İl (Devlet)

Eski Türklerde devlet mefhumu il kelimesi ile ifade ediliyordu. İl’in hakiki

manası teşkilatlanmış siyasi camiadır, devlettir. Teşkilatlanmış halkın hukuki ismi ise

devlettir. İl’in mevcudiyeti hâkimiyetin mevcudiyetine bağlıdır. Hâkimiyetin menşei

daima halktır (Arsal 1947: 263-265).

Türklerin en belirgin özelliklerinden biri kuvvetli bir teşkilatçılık kabiliyetine

sahip olmalarıdır. Yaşadıkları hayat da onları hürriyete, istiklale alıştırdığı için hiçbir

zaman devletsiz olmamışlardır. Gerçekten en az dört bin yıllık tarihlerinde devletsiz

kaldıkları yani istiklâllerini tamamıyla kaybettikleri hiçbir zaman olmamıştır (Güngör

1995: 53).

Devlette asıl unsur bütün bir millettir. Millet varsa devlet, devlet varsa millet

vardır. Hür ve müstakil bir millet varsa onun mutlaka bir devleti vardır. Egemen bir

devlet varsa onu kuran bir millet vardır. Millet bağımsızlığını kaybetmedikçe devlet vardır.

Açıklama: